16 Ekim 2012
Bakalım kahramanımız neler yaşayacak?
27 Eylül 2012
Dublajlı
14 Ağustos 2012
Birtakım koku çağrışımları
13 Temmuz 2012
Kafanın sıcaktan süngerleşmesi
![]() |
Şekil-1a |
9 Temmuz 2012
Avize mi sallandı?!?!?

9 Haziran 2012
Arabam nerde benim?
Diye içimden ağlanırken pakedi açtım ve ödülün saat olduğunu gördüm;Yoksa ödülüm diş fırçası mı? Halbuki dişlerim de kötü durumda değil ki benim, sonuçta 7-8 yaşındayım. Ya niye diş fırçası? AMA ARABA? :(
Anaaa saatmiş lan. Oooo iyi ya olsun iyi. En azından diş fırçası değil ehehehe. Araba da iyi olurdu aslında ama olsun diş fırçası değil ya neyse, saat güzel bi şey. Ama araba da ols...
28 Nisan 2012
Tarihi bir mekan olarak internet kafe



9 Mart 2012
Yılandan korkmam kuştan korktuğum kadar

Kuş, gözünüzü gagasıyla deşebilirliği olan bir yaratıktır! Ve bu da kuşu yılandan daha tehlikeli yapar!!!1! İşte korkumun ana sebebi bu. Bana doğru uçuşa geçmiş bir kuş görünce o kuşun direkt gözlerimi gagasıyla parçalayacağını düşünüp aklımı yitiriyorum.
3 Mart 2012
Takla atamamak

Herkes eşofmanlarını giyer, sıraya girer ve beden hocasının gelmesini beklerdi. Eğer o hoca elinde voleybol, basketbol toplarıyla falan geldiyse tamam, o ders güzel geçecek. Fakat minder getirdiğini gördüğüm an...
İşte o andan itibaren korku... gerilim... kalp çarpıntısı... titreme... soğuk terler... minder... takla... an epic-fail story... coming... THIS SUMMER...
Pardon araya fragman girdi... Ne diyordum, heh işte o minderi gördüğüm andan itibaren, Allah ne kadar berbat duygu verdiyse sırayla onları yaşamaya başlıyordum. O minder demek; takla atmak demekti. Daha doğrusu ‘’takla atamamak’’.
Takla atmayı bir türlü beceremiyordum evet, ne var? N’oldu komik mi? Evde yere battaniye falan serip onların üstünde ''takla dersi''(!?) çalışmama rağmen o taklayı bir türlü düzgün atamıyordum. Tüm attığım taklalar ya başlamadan ‘’hocam boynum şey oldu :(’’ yalanıyla biter, ya da sağa sola eğimli taklaya dönüşüp pis veletlerin gülüşlerine maruz kalırdı.
Koca kasaların üzerinden atılan taklalarsa başlı başına gerilim filmi konusu olur, takla atmak için sıraya girmiş çocuklar, hepsi stres içinde ama hiç kimse birbirine belli etmiyor... Ya çok saçma, çok komik ama aynı zamanda çok gerilimli bir sahne değil mi lan? Zaten takla atmak başlı başına saçma ve komik bir olay bence.
Hayır benim asıl anlamadığım, beden dersinde takla atınca noluyordu? Niye takla atmak bu kadar önemliydi? Bu ülkenin çocukları neden beden derslerinde yıllarca takla atmaya zorlandı? Takla sporu diye bir spor mu vardı? Bu spor bizim ata sporumuz muydu? Bunların cevabını hiçbir zaman öğrenemeyeceğim.
Ama öğrenmek istediğim bir şey var. Hani süper süper taklalar, parendeler atarak kendini bir şey sanan havalı tipler vardı ya, onlardan biri bu yazıyı okuyorsa kendisine soruyorum; Nooldu?? Takla attın da nooldu? Takla atmak üzerine bir hayat mı kurdun acaba naptın?He nooldu?
Merak ediyorum, gerçekten.
25 Şubat 2012
Tam bir şey diyecektim...

Sesli düşünüyorum...
Birkaç kişi oturmuş bir konuyla ilgili harıl harıl sohbet ediyor, şakalar, komiklikler, kahkahalar falan, ortam güzel. Sen de bunları uzaktan uzağa izliyorsun... Sonra ''lan?'' diyorsun kendi kendine ‘’ben niye burda dut yemiş bülbül gibi oturuyorum ki? benim de söyleyeceklerim var!‘’
Diyorsun da, sen bunu dedikten sonra tam konuyla ilgili bir şey söyleyecekken o konu değişiyor ya............. Allah’ım o ne berbat, ne pis bir durumdur lan. Ağzın içine kaçıyor resmen. Sen o kadar yüklemi özneyi dolaylı tümleçi falan kafanda kur, yerine yerleştir, cümleyi söylerkenki surat ifadeni de hazırla, ağzını aç, tam söyleyeceksin, hooop konu değişsin.
Tebrikler, söyleyeceğini söyleyemediğin için canın sıkıldı ve boşu boşuna ağzını açtığın için de hava yutmuş oldun. Hava yutmak sağlığa zararlı, hoş değil, mideni şişirir, gaz yapar hep.
Gördüğünüz gibi bu durum kişiyi hem fizyolojik, hem psikolojik olarak etkilemektedir. (hep bu cümleyi kurmak istemişimdir)Şaka bir yana içim parçalanıyor yemin ederim. Ben bu duruma düşünce ayrı parçalanıyor, başkasının bu duruma düştüğünü farkedince daha bir ayrı parçalanıyor. Bunu farkedince o kişinin yanına gidip ‘’sahi ne diyecektin sen ya, tam bir şey diyordun?’’ deyip çakallık yaparak sevap points kazandığım görülmüştür.
Bu ‘’diyeceğini diyemeden konunun değişmesi’’ durumuyla başa çıkmak istiyorsak atik olalım biraz gençler, atik. KOŞ. Fırlat. Söyleyeceğini söyle. Konunun değişmesine izin verme. *bu sırada eye of the tiger arka planda çalıyor*
- Bir de bundan ayrı, söylenen şeyin hiç kimse tarafından iplenmemesi durumu var , o da ayrı pis. Öyle havada asılı kalıyor adamın söylediği şey, ‘’lan keşke söylemeseydim, kimse duymadı mı yoksa ya? kamyon geçti belki onun sesinden duyamamışlardır ... bir daha mı söylesem?’’ diye kendilerini yer bunlar da. Onlara diyebileceğim tek şey; SİZ KONUŞMAYIN SAPITIYORSUNUZ.
Şaka şaka.
Hayırlı günler, iyi akşamlar.
18 Şubat 2012
Aslında mutfak 10 adım ileride...

2 eliyle 6 bardak taşıdığını gördüğüm insan, benim için maharetli falan değil, üşengeç insandır. ''Off şimdi 2 saat mutfağa git gel mi yapacam ya... 3’ünü bir elime alayım, diğer 3’ünü de diğer elime, öyle taşıyayım'' kafasındadır. Kendimden biliyorum, öyledir.
O bardaklar... mutfağa giden yol... o bardaklar... yol... bardaklar... MUTFAK YOLU.
7 Şubat 2012
Katil pervaneler

Niye mi korkunç? Şimdi bu pervanelerin etrafında koruması, demiri, vesairesi olmuyor ya, o yüzden bana hep monte edildikleri yerdeki vidalardan biri düşecekmiş de, o pervaneler oldukları yerden kopup hızla dönerekten evdeki insanları parçalayacaklarmış gibi geliyor.
29 Ocak 2012
Halbuki kalın çorap diye bir şey var...

Sonra o düşmeyeyim diye yola dikilmiş kafamı yavaş yavaş göğe doğru yükseltmeye başlıyorum ve bir bakıyorum ki Allah'ım o ne! Karşımdan mini etekli bir hatun salına salına geçiyor. Ve işte ben o hatunu o halde gördüğüm andan itibaren soğuğu falan değil, gözlerimden çıkan ateşleri hissediyorum.
Anlamadığım, nasıl oluyor ya bu? Yani insan hiç üşümez mi öyle? Hayır giydiği şey öyle tayt, kalın yün çorap falan da değil, öyle olsa tamam, onu biz de yapıyoruz ama hatun gayet incecik ten rengi çorap giymiş. Nasıl bir bünyedir ya bu?
Ben o kadar kat kat giyinmeme rağmen donuyorum, siz hiç üşümüyor musunuz şimdi incecik çorapla gezinen canlarım? Bacaklarınız falan hiç mi donmuyor? Tamam güzelsiniz , en ikoncan sizsiniz, en sütun, en pürüzsüz bacaklar sizin, karlı sokaklarda en çok bakılası, en fotoğrafı çekilesi, en asılınası, en aşık olunası, en en en süper kızlar sizlersiniz falan onlar ayrı da biraz da kendinizi düşünün, ne bileyim, hasta olacaksınız hep.
Sonra uğraşın günlerce tylolhottır, selpaktır, silmekten aşınmış, kızarmış burundur falan. Ohoo hiç hoş değil, size hiç yakışmaz onlar.Bakın şimdi sizi öyle hayal ettim de birden iğrençleştiniz gözümde. Halbuki öyle olmamalı, siz pamuklara sarılması gereken nadide insanlarsınız. Hep sizi düşündüğümden yazıyorum ben bunları.
Yalan be ne düşünücem. Beter olun. Bacaklarınız soğuktan kaskatı kesilsin, hareket edemesin. Akıl var mantık var, insan kalın çorap giyer, en kalınından taytını giyer de öyle dolanır o soğukta. Peh.
Not: Şaka maka o incecik çoraplarla cidden üşümüyorsanız taktiği bana da verin ya, olur mu? Bu konuda aydınlanmak istiyorum. Bir şey mi içiyorsunuz dışarı çıkmadan? Ya da çorapların özel ısıtması falan mı var veyahut üşümeme kremi var da onu mu sürüyorsunuz? Ona göre bana özelden bir şey edin de halledelim o işi.
Ok. Öpt. Bye.
Foto
18 Ocak 2012
Market alışverişi

Eveeeet sıvıyağ almış, tuvalet kağıdı, tamam, diş macunu... Hmm kola, zar zor yediğin birtakım sebzeler, çay, 12’li yumurta... ahaha kırılmış ya bi' tanesi, tavuk mavuk, pil... bir sürü pil vardı zaten evde! Neyse... 124 tane farklı şekilde ama aynı lezzette makarna, süt, evet süt gerekli, patates, soğan... Başka bir şey, başka bir şey daha, sana gereksiz gelen bir diğer şey, öbürü, bir tane daha ondan, son poşet. Ya ama bi’ dakka ya... Senin istediğin şey yok!
Heh, naber naptın? Bir an için hayata küstün değil mi? Bence o istediğin şey poşetlerin içinden çıkmayınca canın sıkıldı biraz. Senin sıkılmadıysa da benim canım sıkıldı, yani sıkılıyor.
O market poşetlerinin içindeki zımbırtıları dışarıya ‘’benim sevdiğim şeyleri de almıştır’’ umuduyla öyle bir neşe içinde, öyle bir eblek ‘ehe’ surat ifadesiyle çıkarıyorum ki, o şeyler poşetlerden çıkmazsa adeta hayata küsüyorum. Nasıl anlatsam... Böyle her taraf kararıyormuş da sadece poşetler ve ben aydınlıkta kalıyormuşuz gibi oluyor. Sonra silkelenip kendime geliyor ve hemen alışverişi yapan kişiye dönüyorum ‘’Eee her şeyi almışsın, şu bıdıbıdıları niye almadın ki!?’’ diye çemkirmeyi tabii ki ihmal etmiyorum.
O alınmadığına çemkirdiğim şeyler de genellikle aburcuburlar olur efendim. Cipstir, kuruyemiştir, çikolatadır, işte aklınıza gelebilecek her türlü sağlıksız şey. Yemek memek yemeden onlarla hayatımı sürdürebilirim diye düşünüyorum. O yüzden onlar benim için mühim arkadaşım. Bir çerezza sinemadır, bir ülker fıstıklı çikolatadır, efendime söyleyeyim işte sonra bir doritos nachodur. Onlarsız olmaz. Onlar da alınmalı. (bu paragraftaki markaları yazmak için hep para aldım fakirler :)))) şkfkgh)
Yani bir evde başkalarıyla birlikte yaşıyorsan ve market alışverişine gidiyorsan, o evdeki herkesin sevdiği şeylerden bir tane de olsa alacaksın. Canımı sıkmayın benim, bak mesela ben herkesin gönlü hoş olsun diye alıyorum, öyle de iyi, öyle de ne şiş yansın ne kebapçı bir çakalım. Siz de öyle olun.
-
Evet bir kanayan yaraya, bir derinlerde kalmış; kimsenin dile getiremediği toplum sorununa daha parmak bastım. Bu yüzden huzurla doldum, pokemondaki ciglipaf gibi hissediyorum. (bu sırada ben üstünde ''toplum sorunu'' yazan kağıdın üstüne parmak basıyorum ve siz ağlayarak uzaklaşıyorsunuz)
Market alışverişi mühim. Sevgi sizinle olsun.
4 Ocak 2012
''En iyisi karşı kaldırıma geçeyim''

Yanlış yolda olduğumu farkettiğim anda bir duruyorum böyle tamam mı, etrafa bakıyorum, ‘’Hayır, burası değildi ya öff’’ diye kendi kendime söyleniyorum, sonra sinsi sinsi insanlara bakıyorum, hiç bozuntuya vermeden; sanki hiçbir şey yanlış değilmiş gibi yürümeye devam ediyorum.
Bak dikkatinizi çekerim, burada esas sorun benim yanlış yolda gitmem falan değil, yanlış yolda olduğumu bilmeme rağmen geri dönüş yapmayıp mal gibi hala yanlış yolda ilerliyor olmam. Ne tür bir manyağım belli değil.
Sanki etraftaki herkes beni izliyormuş da, benim yolun ortasında durup geri döndüğümü görünce, hepsi birden suratıma gülmeye başlayacakmış gibi oluyor. Ya da bir teyze yanıma gelecekmiş ve ‘’Madem geri döncektin ne diye yürüdün onca yolu?’’ deyip altın günündeki arkadaşlarıyla börek yerken beni araya dedikodu malzemesi niyetine sokuşturacakmış gibi. O sırada böyle saçmasapan şeyler düşünüyorum. Ama ne alakası var yani? Hiç alakası yok. NAĞLAKASI OLABİLİR.
Neyse işte, bu saçma hüsnükuruntularımdan ötürü, kimse yanlış yolda gittiğimi anlamasın diye yumuşak geçişler yapıyorum. Efendime söyleyeyim, mesela telefonda konuşuyormuş gibi yapıp ‘’Aa oraya mı geçtin cınım, tamam oraya geleyim bari. Bayağı da ilerledim ama hadi neyse...............’’ demek, veya bir şeyi düşürmüş gibi yapmak – ki bu ''tüh yeaa şeyim(!?!?) düşmüş galiba höff!'’ cümlesini ortalığa salmak ile vuku bulur.
Ama en temizi , en zahmetsizi, karşı kaldırıma geçmektir. Çok net. Geç karşı kaldırıma, gerisin geri dön abi. Bak aklınızda bulunsun çok denedim, %100 çalışıyor. Karşı kaldırım iyidir iyi.
-
Not: Şimdi yanlış yoldayken hemen geri dönemeyen tek manyak benimdir de ağlarım burda, tek ben değilim di mi? He ben miyim? TEK BEN MİYİM LAN YOKSA!!! :((((