Geçen sene sonları, babamın 1 ay hastanede kalmasını
gerektirecek bir şey oluyor. Ailecek 1 ay hastanede kalıyoruz. Esasında
hastanede kalan kişi sadece babam, ama o
hastanede kaldığı için biz de hastanede kalmış
sayılıyoruz, kafamız hep orada. Fiziken sürekli orada olmasak da, oradayız.
Hastanedeyiz, korktuğumuz şey çıkmasın diye dua ediyoruz. 27 Aralık, doğum günüm, hastanenin kafeteryasında minik hazır keklerle doğum
günümü kutluyoruz –kutluyor muyuz?-. Korktuğumuz şey çıkmasın diye dua etmeye
devam ediyoruz, babam raporlarıyla ilgili anlamadığı şeyleri google’da aramamı
istiyor. Ben aramıyorum, ama babama yalan söyleyip “Önemli bir şey değilmiş.”
diyorum, çünkü önemli bir şey olmamalı, çünkü öyle. Hastanedeyiz, yine dua
ediyoruz, dua. Dua etmek, ya korktuğumuz şey olmasın diye, ya da çok istediğimiz
bir şey olsun diye dua etmek. Dua etmek ne garip.
Hastane de çok garip yer. Bir yerin bozuluyor ve onu tamir
ettirmeye gidiyorsun, bekliyorsun, düzeliyor muyum diye merak ediyorsun,
bekliyorsun, hep bekliyorsun, beklemek. Hastanedeki 1 ay, gün gün geçiyor. Babamın hastanedeki
odasına da 1 aydaki günler gibi oda arkadaşları gelip gidiyor.
O oda arkadaşlarından biri... Beyazlamış saçlı, esmer, uzun
boylu, hoşsohbet, emekli bankacı, bir gece babamın yanındaki sandalyenin
üzerinde uyumaya çalıştığımı görünce yatağından bana bakarak, endişelenmiş sesiyle, “Kızım
orada üşürsen battaniyemi vereyim?” diyen biri. Kaç yaşındaydı bilmiyorum ama
önemli değil, iyi bir insandı. Babamdan önce hastaneden çıkmıştı, iyiydi. Yani en
azından öyle görünüyordu. Hastaneden çıktıktan sonra onu hiç görmedim. Sonra, biz hastaneden
çıktıktan yaklaşık 1 yıl sonra, onun vefat ettiği haberi geldi. Üzüldüm. Ölüm haberlerine üzülmekten başka bir şey yapamamamız üzücü.
Bunları neden yazdığıma gelecek olursam... Bugün onunla
konuşurken not aldığım bir şeyi buldum. Çok tuhaf. Telefonuma onun söylediği
cümleyi kaydetmişim*, telefonumdaki notlar bölümünü bugün karıştırmasaydım hiç o
cümleyi kaydettiğimi, bırak kaydetmeyi o konuşmanın geçtiğini bile
hatırlamayacaktım.
Hastanedeki günlerden birinde, pencerenin önündeki sandalyeye
oturmuş kitap okuyordum. Sonra o yanıma geldi ve pencereden dışarı bakmaya başladı.
Sandalyeyi ona vermek için kalkıp nasıl olduğunu sordum ve o, *“Şimdi pencereden
dışarı bakıyorum. Ne güzel ağaçlar, çiçekler, çocuklar... Ama pencereden bakıyorum. Onlar dışarıda, ben buradayım.”
dedi. Kaydettiğim cümle bu. Bunu söylediği an ne diyeceğimi bilememiştim, sonra bunu
telefonuma kaydetmişim. Okuyunca çok basit gibi duruyor ama bir hastanın dışarıdaki güzelliklere yalnızca
pencereden bakabildiğini söylemesi... Yani bilmiyorum, belki de
o dönem babamın durumundan dolayı bundan çok etkilenip kaydetmişim. İyi de etmişim.
Bu yazı burada dursun istedim.
Hepiniz iyi olun.
(saatler sonra gelen not: bu arada, babam iyi korktuğumuz şey olmadı. )
(saatler sonra gelen not: bu arada, babam iyi korktuğumuz şey olmadı. )