Sallanan sandalyeme oturmuş yanımdaki pencereden kar yağışını izliyorum. Kar, ne güzel yağıyor kar... diye düşünürken ''kar'' kelimesinin etimolojisini araştırmak istediğimi farkediyorum, sonra önümdeki masada içilmeyi bekleyen sıcak kahveden bir yudum alıyorum. Karşımda da bir ayna var, o bana bakıyor ben de ona bakıp siyah çerçeveli gözlüklerimi düzeltiyorum. Sonra masadaki James Joyce'un Ulysses'i gözüme çarpıyor, onu alıp okumaya başlıyorum, başlıyorum ama bir taraftan da pencereden gördüğüm dışarıda savrulan kar tanelerini izlemek Ulysses'i okumaktan daha cazip geliyor, atıyorum kitabı bir kenara ve dışarıdaki karlı havanın soğukluğunu elimdeki sıcacık kahve kupasıyla dindirmeye çalışıyorum...(gözler ovuşturulur)
Dur ya dur...
Bir dakika, aslında üzerimde giyilmekten diz yapmış bir eşofman var. Dışarıda da kar değil leş gibi çamurlu çamurlu yağmur yağıyor, masanın üstündeki kupada da kahve değil tekrar tekrar ısıtılmaktan ziyan olmuş bir çay var, önümde adını bile doğru düzgün telaffuz edemediğim o kitap yok, başka kitap var. Hmm bir de kalorifer doğru düzgün yanmadığı için donmayayım diye üstüme battaniye örtmüştüm o var, böyle. Haşlama çayımı içip burnumu silerken bir taraftan da sırtımı kaşıyorum. Bu.




